19 Ocak 2011 Çarşamba

Davranışlarımızı Yönlendiren Güç

Varoluşun doğasında bir değişim gerçeği saklı ise insanoğlunun doğasında da bu gerçeği tetikleyen bir mekanizma bulunmalıdır.
Bu mekanizmanın maddesel anlamda karşılığı “genetik çeşitlilik” iken, bilinçsel anlamda karşılığı “bilinmeyene duyulan merak” tır.
İnsanoğlunun çağlar boyu kendi kendine yönelttiği; “Neden dünyaya geldik?”, “Yaşam gerçekte nedir?”, “Hangi çarkın dişlisiyiz?” gibi sorulara yanıtlar ararken; dinler doğmuş, aileler oluşmuş, toplumlar örgütlenmiş, organizasyonlar kurulmuş, teknoloji doğmuş ve insan gittikçe daha akıllı, daha bilgili olmaya, daha donanımlı bir hayat yaşamaya başlamış; ne var ki merakının sınırları da bir o kadar genişlemiştir.   
İnsan basit bir maddesel yapıdan ibaret değildir. Gerek bilimsel ve gerek dinsel açıdan olsun tüm yaklaşımlar bu konuda hem fikirdir. İnsanın madde ve enerjinin harmanlandığı karmaşık bir yapısı vardır. O nedenle iki misketin birbirine çarpmasıyla oluşan etki ve tepkilerden çok daha karmaşık bir ağ barındırır bünyesinde.
Bildiğimiz bu en gelişmiş canlı organizmanın çeşitli etkilere verdiği tepkiler; reflekse dönüşmüş tepkilerden, en karmaşık olanlarına; bilinçaltına ulaşan etkilere verilen tepkilere kadar çeşitli kademelerde incelenmelidir. Bu nedenle benim için insan deyince en çarpıcı ve karmaşık tepki biçimi insanın bilinçaltından doğan tepkilerde ve belki de bunun en belirgin yansıması olan rüyalarda yatmaktadır.
Rüyalar halen mekanizması ve neden var oldukları tam olarak anlaşılamamakla birlikte, benim kanımca; insan denilen varlığın çeşitli boyutlardan çeşitli anlarda aldığı etkileri, bilinçaltının kendi alfabesi ile yorumlaması ya da başka bir deyişle bir çeşit “tepki” vermesi sonucu oluşurlar.  Bunlar basit etkilere aynadan yansıma şeklinde basit tepkiler olabileceği gibi, insan yapısının algısal kompleksinin bir sonucu olarak insan psikolojisinin değişimiyle sonuçlanan daha karmaşık nitelikte çeşitli yansımalar şeklinde de görülebilir.
Üniversite öncesi öğrencilik hayatımda Türkçe ve Edebiyat derslerinde en zevk aldığım işlemlerden biri; bir metni alıp ne anlama geldiğinin açıklamasını yapmaktı. Özellikle kendimi edebi bir bilmeceyi çözerken bulmak beni hep heyecanlandırmıştır. Elbette bir yaşamın derinliklerinde yatan bilmecenin çözümüyle uğraşmak, çok daha heyecan verici olmalıdır.
Size bu noktada gerçek bir yaşam öyküsünden alıntılar yaparak, evrendeki Varoluşun prensiplerini ve bu prensiplerin biz insanoğlunu nasıl hissettirmeden “değişim, hep ordaymışçasına” sessiz ve derinden etkileyip değiştirdiğine dikkat çekeceğim.

Rüyalarımız gerçek mi?

7 Ocak 2011 Cuma

Varoluşun Doğası “Değişim”

İnsanoğlu, yeryüzüne yayılalı beri, varoluşunun doğasını çözmeye adamıştır kendini. Gördüklerini tanımlamak istemiş, onlara anlamlar yüklemiş ve yüklediği anlamlara inanmış olarak yaşarken, birden onlar hakkında kendini tartışır bulmuş, kendi kendisiyle çelişmiş, yeni anlamların peşine düşmüş, eskilerini yenileriyle değiştirmiş, değişen anlamları yaşamış, derken değişen anlamları tartışır bulmuş kendini. Değişimin peşinden yaşamın anlamını yakalamak üzere koşarken, kendisinin geçmişinden farklı olduğunu görmüş, kendi doğasının kendi değiştirdiklerinin bir sonucu olarak değişime uğradığını fark etmiş ve bütün tanımlarını unutup kendini yeniden tanımlamaya koyulmuş. Yeni tanımlar ışığında gördüklerinin yeterli anlaşılmadığı sonucuna vardığında, onları yeniden tanımlamaya uğraş vermiş. Bir gün ardına dönüp baktığında, ne kendisinin ne çevresinin durağan bir yapı veya tanıma uygun olmadığını fark etmiş; her şey dönüşüp duruyor, hiçbir tanım gerçek yerini bulamıyormuş.
İşte o zaman insan karşılaştırma yapmaya başlamış; çevresiyle çevreyi, kendisiyle çevreyi ve çevreyle kendisini karşılatırmış; görmüş ki değişmeden kalan hiçbir şey yok! Her değişim bir başkasını doğurmuş, her doğan bir başkasını değiştirmiş. Sonuçta tek gerçeklik “değişim” olmuş!
Bir değişimin bir diğerini doğurduğunu, Newton’un başına düşen elma gibi acı verici bir his sayesinde olmazsa da, ilk defa çocukluğumda misketlerle oynanan bir oyunda fark ettim. Sokağa yaydığınız misketler arasından birine diğer misket topluluğuna doğru bir fiske vurduğunuzda, miskete verdiğiniz devinimin diğer misketleri nasıl etkilediğini; onları çil yavrusu gibi sağa sola gelişigüzel nasıl dağıttığını görebilirsiniz. Bir hareket ile bir anda birden fazla hareket doğurdunuz. Birden fazla yapıyı yerinden oynatıp, onları hareketlendirdiniz. Kimi diğerine çarpıp başka hareketler doğurdu. Kimi yerdeki delikten içeri kanala düştü, kimi yokuştan aşağı yuvarlandı, kimi yakında duran bir arabanın altına kaçtı, yuvarlandığı yerde uyumakta olan kediyi irkiltip kaçırdı. Kedi arabanın altından fırlayınca kaldırımdan geçen dalgın teyzenin korkmasına neden oldu, korkan teyze bastonunu kediye doğru savurdu, kedi sopayı yememek için fırlayıp yakındaki ağaca tırmandı, ağacın dallarına tırmanırken ürküttüğü serçeler kanat açıp uçtular, birkaç yaprak kedinin tırnakları arasından kopup yere düştü. Henüz taze yaprakları bulan bir böcek topluluğu onları sırtlanıp yuvalarına taşımanın telaşına düştüler…
Çocukluğumuzda nükteyle karışık söylediğimiz tekerlemelerde aslında çoktan hepimizin keşfine sunulmuş olan; birbiri ardına ola gelen etkileşimler zinciri, bir araştırmacı gözüyle bakıldığında, gerçekte yaşamın nasıl şekillendiğini anlatırlar.
Bir fiskenin, uygun bir ortamda, sonsuza uzanan bir reaksiyon zincirini başlatabilmesi gibi olağanüstü bir gerçeği, şaşırtıcı bir basitliğin verdiği ürkütücü bir çelişkiyle gözler önüne sererler.

Mükemmel olan basit olabilir mi?
...
Beril Gülgener